YOLCU: BAŞLANGIÇ 3. CİLT - BÖLÜM 14
Feza, ölü sistemin ikinci gezegenin de, yürüttüğü protokolün ilerleyişini, ekibiyle birlikte adım adım takip ediyordu.. Bir illüzyon olan ama belli kurallara tabi olan zaman daralıyordu.. Fakat bu noktaya kadar birlikte gelmişlerdi.. Birlikte ve herkesin üzerine düşeni yerine getirmesiyle.. Kollektif uygulama başarılarının anahtarıydı..
Dünya geride bırakılırken kainata hediye edilmek üzere alınan bebekler, oldukça geniş bir ailenin en küçük bireyleri olarak kendileri için tahsis edilen kaplarında uyanacakları anı bekliyorlardı ama henüz değil.. Yerine getirilmeyi bekleyen bir takım hususlar vardı.. Sancı, doğumun habercisidir..
Eski Dünya.. Geride bırakılmış.. Vazgeçilmiş.. Çok düşünmüşlerdi.. Bunu yapmalılar mıydı.. Yoksa kendileri mi devam etmeliydi.. Bu kimseye verilen bir şans değildi.. Bu sadece böyle olması gerektiğini algıladıkları içindi.. Vazgeçtiklerinden, reddettikleri bu çocukları almak..
Ve bir daha geriye dönüp bakmamışlardı.. Dengesini yitirmiş soluk gezegeni alevler, fırtınalar içerisinde; onu ayakta tutan ve Güneş’le birlikte varlığını idame ettiren o soyut dokusunu yıkılmış halde bırakmışlar ve geriye dönüp bakmamışlardı.. Feza orada değildi.. Zaten bir yerde olmak tam olarak nedir ki..?
Bebekler uyuyor.. Rüya görüyorlar mı..? Bir rüyanın kollarında olup olmamaları önemsiz.. Beyin dalgaları ekranda akıyor.. Suni uykunun amacını yerine getirmesi tek kriter.. Uyanışa kadar da böyle devam edecek..
Feza monitörlerin arasında dolaşıyor.. Eğer bu yörüngede de bir iş bölümü olsaydı gece ve gündüz dolaşıyor.. Burada gün yok.. Bölünmüş zaman dilimleri yok.. Sadece akıp giden varoluş var.. Belki dümdüz, belki katmanlı, belki çıldırtıcı ama onlar için değil..
Komşu gezegende bir adam, yeni taktığı kanatlarıyla artık yıldızların arasında dolaşmaya hazırdı.. Uyku, artık ona ait olmayacaktı.. Alışacaktı ama kanatlarına.. Uyumayan rüya göremez ama görüyordu.. Yerleşkenin koridorlarında yürüyordu.. Tek başına.. Kimse yok, ondan başka.. Yok mu..? Gerçekten öyle mi..?
Adımları boş koridor da yankılanmıyor.. Yürüyor yavaşça.. Farkına varıyor.. Rüya da olduğunun.. Rüya da olduğunuzun farkına vardınız mı..? Olabilir.. Büyük bir şok değil bu.. Asıl önemli olan nedir..? Rüya da olduğunuzu anladığınız da ona hükmedebilir misiniz..? Rüyanızın içinde uyanıkken olduğu gibi hareketlerinizi tercih bütünü içerisinde bilinçli gerçekleştirebilir misiniz..?
O bunu yaptı işte.. Bağlantı yolundan bir sonraki yerleşkenin açık alanının başına geldiğinde ileride, alanın ortasında duran bir silüet vardı.. Karanlık.. Etraf değil, silüet karanlık.. Tamamen.. Kaba bir bütünsel görünüş.. Rüya gören adam durdu.. Hareketleri bilinçli gibiydi.. Yoksa uyanık mıydı..? Ya bunun ayırdına nasıl varabilirdi..
İlerledi.. Bilinçle.. Gibi.. Bütünsel karanlık silüet uzaklaşmıyordu.. Bir hayal değil gibiydi.. Yoksa öyle mi..? Adımlar yavaş.. Bilinçli.. Adım attığının farkında ama rüyada da öyle olmaz mı..? Gerçek gibi.. Gerçek neydi..? Hissetmek mi..? Algılamak mı..?
Silüet yakınlaştı, adımlarla orantılı.. Tedirginlik yoktu.. Kanatları yeniydi.. Yeni miydi..? Öyleydi sanki.. Silüet, karanlık ama belirgin.. Bir şekil, bir insan gibi.. İnsan neydi..?
Yüzü yok.. Silüetin.. Var ama ona dönük değil.. Rüya görene.. Durdu.. Hareketlerinin farkında.. Tamamen onda.. Sanki..
Dimdik durdu rüya gören.. Kolunu kaldırdı bilinçle, yavaşça.. Yumruk olan elleri yukarı kalkarken açıldı.. Karanlık silüete doğru uzandı.. Bir insansa ya da her neyse tutacağı, dokunacağı bir alan arayarak uzandı..
Hareket, hisle noktalandı.. Gerçekti.. Cismani.. Katı, içinden kayıp giden bir el yok, tutunuyor, hafifçe sıkıyor, baskı uyguluyor.. Dön, bana.. Bir yüzün var mı, göster bana..
Karanlık, aydınlanıyor.. Silüet ona doğru döndükçe.. Hareketiyle karanlığı dağıtıyor.. Yavaş çok yavaş.. El hala onda, avuçları açık hafif baskılı..
Fakat sıkıyor artık.. Silüetin her manevrasıyla sıkılıyor avuç içi.. Varsa bir eti cismaninin, söküp alacak gibi..
Ve bir sızı.. Beyninde bir yerlerde.. İçeride..
Bir sızı ve tekrar karanlık..
Beden, uyanmaya çalışan, hiçliğin bilinmeyen yerlerinden gerçekliğin sahte katmanına ulaşmaya çalışan.. Tekrar var olmak için.. Damarlarında dolaşan kan yok, ciğerlerine dolacak nefes yok, atan bir kalbi yok göğüs kafesinin altında.. Peki bu yaşam mıdır..? Neden olmayacaktı ki..? Kuralların sınırlarının ne kadar geniş olduğunu farketmiyor musunuz..? Bu, temel düzeyin aşılmasından başka bir şey değildir.. Sinyallerin, çalışma prensibinin etin ya da mekaniğin üzerinde olmasının önem yoktur hatta et daha olasılık dışı değil midir..?
Düşün, Ey Yolcu..
Kırmızı ayakkabılarının birbirine vurduğun topukları işe yaramayarak, perdeyi araladığında seni gerçek sandığın Dünya’ya götüreceğini düşündüğün kişi sahte bir mihrak çıktığında, umudunu tazeleyen kimdi..? İyi bir cadı mı..? Gerçeklik değil de sihir miydi..? Hayır değildi.. Bunu mümkün kılan sadece ve sadece kuralların çizdiğini sandığınız sınırların bir yanılsama olduğunu öğrenenlerin hüneriydi..
Bilgi hep vardı.. İşleyenlerin elinde çarpıtıldı ya da işlediğini sananların.. Birbirlerinin yüzlerine çarpıkça gülümserken mimiklerinin altında yüzen çıkarları, yedi ölümcül günahın birine tıka basa bulanmış obur güç hırsları ve arşı geçen bir balon gibi şişmiş Tanrı egoları..
Heyhat, sahte Tanrı..!
Bilgi kağıtlar üzerine mürekkeple yazılı değil..
Bilgi okuduğunuz kütüphanelerde değil..
Bilgi yüzüyor Ey Yolcu..!
Kainatın tüm dokusu içerisinde, dalga dalga yüzüyor..